Enrique GRANADOS’un dramatik ve ilginç hikayesi;
Deniz subayının oğlu olarak dünyaya gelen, İspanya’nın yetiştirdiği en büyük bestecilerden biridir. 1867’de İspanya’nın önemli turizm başkentlerinden Barselona’da doğmuştur. Babasının mesleğinden ötürü denizin içinde büyümesine karşın deniz ile ilgili bir fobisi vardı ve denizden çok korkardı. Babasının kendisi gibi denizci olmasını istemesine rağmen bu fobisi meslek olarak deniz subayı olmasına engel oldu. Zamanla müziğe, sanata ilgisi ailesi tarafından keşfedildi ve ailesinin desteğiyle piyano dersleri almaya başladı. 20’li yaşlarının başında Paris’e gelerek eğitimini sürdürdü. Yeteneği sayesinde önemli bestecilerle tanıştı. Girişkenliği, sempatikliği sayesinde geniş bir çevre edindi.İki sene sonrasında tekrar ailesinin yanına dönerek ünlü “İspanyol Dansları” bestesini oluşturdu.
Enrique, 1892 yılında tanıştığı Amparo Llober ile tanışmasının üstünden bir yıl geçtiğinde ise hayatlarını birleştirdi ve altı tane çocukları oldu. Kademeli ve sağlam ilerleyişi Birinci Dünya Savaşının çıkmasıyla Avrupa’da sanat yaşamının da istilaya uğraması Granados’u çok etkiledi.
1915’li yıllarda ta sanat dünyasından yakın zamanda tanıştığı Amerikalı piyanist Ernest Schelling’in onu Amerika’ya ısrarla davetini o da ısrarla “ülkemden ayrılamam.” diyerek geri çevirmesinin altında aslında yolculuğun deniz yoluyla yapılabilecek olmasıydı. Bu yolculuk o zamanın koşulları ile yaklaşık 20 gün sürecekti. Fakat Amerika’dan gelen teklifler çok cezbediciydi ve arkadaşı Ernest her şeyi ayarlamaya çoktan başlamıştı bile. Bu kadar çabaya, ısrara artık dayanamayan Enrique artık fobisiyle yüzleşmek zorunda kaldı ve yolculuğa karar verdi.Eşi ile Barselona’dan gemiyle yolculuğa başladı. Yolculuk sıkıntılı geçen bir iki gün ardından keyifli bir hal almaya başladı. Yolculuk esnasında ki manzaralar, müzikli, eğlenceli geçen geceler psikolojik olarak onu rahatlattı.
https://www.instagram.com/senkronmuzikkursu/
Amerika’da her şey yolunda gidiyordu. Meşhur Goyescas Operası çok beğenildi ve iki ayı aşkın bir süre boyunca konserler verdi. Konser programları tamamlanınca dönüş zamanı geldi ve yine deniz yolcululuğu fobisi geri döndü. Amerika tarafından çok beğenilmesi, takdir toplaması arkasından bir çok projeyi de doğurmaya başlamıştı. Bu durum tabi ki daha çok Amerika-İspanya yolculuklarını da doğuracaktı. Özellikle Başkanlık Sarayın’dan gelen davet onu çok onurlandırdı ve geri çevrilemez bir teklifti. İspanya’ya dönüş bileti alındıktan sonra bu davet gelince dönüşü başka şekilde yapmak zorunda kaldı ve başka bir gemi ayarlandı. Fakat bu gemi önce İngiltere’ye uğrayacak sonra Fransa’ya geçecekti. Yolculuğun ondan sonrası da trenle olacaktı. Ulaşım sıkıntısı çok önemliydi ve mecbur kalındı. Davet yemeğinde İspanyol Büyükelçi, Granados’un binecekleri geminin bir İngiliz gemisi olduğunu ve bunun Birinci Dünya Savaşı’nın en riskli gemileri olduğunu hatırlattı ve biraz riskli bulduğunu dile getirdi. Derken dönüş zamanı geldi. Limanda Granados ve eşini büyük bir kalabalık uğurlamaya geldi. Yolculukları çok güzel geçti, Fakat İngiltere’den Fransa’ya geçerlerken Manş denizinde bir Alman denizaltısı Sussex adlı gemiyi tam gövdesinden vurdu. Gemi büyük bir patlama ile ortadan ikiye ayrıldı. Deniz fobisinin getirdiği yüzme bilmemek eşinin gözlerinin içine bakarak yardım etmesine engel değildi ve bu karmaşada hiç düşünmeden kendisini uyanınca üstünde bulduğu sandaldan suya atladı.Deniz subayının oğlu olarak korktuğu başına geldi ve eşiyle Manş denizinde boğularak vefat etti.